-Gerçekten belli bir nedeni yok’ dedim, -sadece yoruldum. Tüm gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan diğer bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki! Sonundasordu: -seni caydırmak amacıyla ne yapabilirim? Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı katiyen değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. -İşte sorun tam da bu’ dedim -Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. -Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim amacıyla koparmak, düşüp bedeninin tüm kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâlolacak. Bunu benim amacıyla yapar mısın? Yüzümü ilgiyle araştırdı ve -Sana bunun cevabını yarın vereceğim.’ dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı. ”Yaşamım” diye başlıyordu, ”O çiçeği senin amacıyla koparmazdım” Kalbim gene kırılmıştı. Okumaya devam ettim. -Çünkü her vakit yaptığın gibi bilgisayarın altını üzerine getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu gene düzeltebilmem amacıyla ellerime ihtiyacım var. -Anahtarları her vakit evde unuttuğunu bildiğimden, senden evvelce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var. -Arabayı kullanmayı çok sevdiğin durumda kentte hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem amacıyla gözlerime ihtiyacım var. -Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem amacıyla ağzıma ihtiyacım var. -Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında ‘görülmesini istemediğin’ beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, ‘çiçeklerin renginin’ gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem amacıyla gözlerime ihtiyacım var. -Ama seni benden daha çok seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin amacıyla koparırım bir tanem. Baktım, mektuptaki metnin mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Göz yaşlarım mektuba düşüyordu. -Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum. Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim. Bu gerçek aşktı İlk senelardaki heyecanlar içersinde görmeye alıştığımız aşkın, senelar sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içersinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. Oysa aşk hep vardır. Belki bundan sonra heyecansız, belki bundan sonra Romantik değil. Belki sıkıcı, tekdüze, hem de belki yüzsüz. Ama hep oralarda bir yerdedir. Çiçekler ve Romantik anlar ilişkinin başlaması amacıyla kuşkusuz gereklidir. Bir vakit sonra şunlar gitse de gerçek aşkın sütunu sonsuz kalır. Yaşam tam da bu tür bir şeydir…” (Alıntıdır…)