Sabah annemin feryadıyla uyanıp yataktan fırladım, kalbim hızla atıyordu. Koşarak salona gittim, annem oradaydı, gözleri büyümüş, elini ağzına kapatmıştı. “Ne oldu anne? Ne oldu?” diye sordum, sesim titriyordu. Annem, kadının odasını işaret etti, bir şey söyleyemeden sadece eliyle gösteriyordu.
Hızla odanın kapısını açtım. İçerisi sessizdi, kadının yattığı yatak bozulmamıştı, sanki hiç dokunulmamış gibiydi. Ama kadın ortada yoktu. Tüm eşyaları, gece giydiği o şık elbise, çantası, hiçbir şey yoktu. “Nereye gitmiş olabilir?” diye düşündüm. Ama aklım almıyordu; yağmur hala dinmemişti, dışarıda tek bir iz bile yoktu. Eğer evden çıkmış olsaydı, en azından bir kapı sesi duyardık. Ama o, sanki hiç var olmamış gibi yok olmuştu.
Babam ve kardeşlerim de uyanmış, hepimiz şaşkınlıkla birbirimize bakıyorduk. Annem, kadının gitmiş olabileceğine inanmak istemiyordu. “Daha sabahın erken saati, böyle bir yağmurda nereye gidebilir ki?” dedi annem. “Belki de bir ihtiyaç için kalktı, evde bir yerdedir,” diyerek etrafa bakmaya başladık.
Evimizin her köşesine baktık, ancak kadın hiçbir yerde yoktu. Sonra annem kadının odasında dikkatlice bakmaya başladı. Yastığının yanına koyduğumuz su bardağı bile dokunulmamıştı. Annem titreyen elleriyle perdeyi araladı, dışarıya doğru baktı, ve yüzü daha da soldu. “Olamaz,” dedi fısıldayarak.
“Ne oldu anne?” dedim. Annem, dışarıdaki sokak lambasına doğru işaret etti. Lambanın hemen altında, kadının o geceki elbisesi yerlerde duruyordu, sanki onu giyen kişi bir anda buharlaşıp gitmiş gibi. Elbise yağmurda ıslanmış ve çamura bulanmıştı, ama kadından eser yoktu. Daha da tuhaf olan, elbisenin hemen yanındaki küçük, metal bir anahtardı. Annem yavaşça anahtara doğru yürüdü, eline aldı ve dikkatle inceledi. Üzerinde kadının isminin baş harfleri “M.B.” yazıyordu. O an, kadının adını hiç sormadığımızı fark ettik.
Kadının evine gitmeye karar verdik. Çaprazdaki evde kimseyi görmemiştik, ama belki bir iz buluruz diye düşündük. Kadının evine doğru yürüdük, ancak kapıya ulaştığımızda evin girişinin kilitli olduğunu fark ettik. Camlardan içeri baktık ve içerisi boştu. Evi terk edilmiş gibiydi; hiç kimsenin yaşamadığı, tozlu, eski bir mekân gibi duruyordu. Oysa kadın birkaç gün önce buraya taşınmış gibi görünüyordu.
Babam, mahallenin eskilerinden biri olan amcayı çağırdı. Adam, bizim şaşkınlığımızı görünce önce duraksadı, sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı: “O ev yıllardır boş. Oraya en son taşınan kişi bir kadındı, ama bundan belki 10 yıl önce. O da sessiz, içine kapanık biriydi. Bir gün fırtınalı bir gecede ortadan kayboldu, kimse onu bir daha görmedi.”
Söylediklerini duyunca tüylerim diken diken oldu. Annem elleriyle ağzını kapatarak “İmkânsız!” dedi, “Dün gece burada, bizimle birlikteydi!”
Adam hüzünlü bir gülümsemeyle başını salladı. “Belki de gördüğünüz kişi o kadındı. Ya da onun ruhuydu, kim bilir… Bu evde yaşayan kimse huzurlu bir şekilde gitmedi.”
Hepimiz birbirimize bakarken içimizi derin bir ürperti sardı. O gece gördüğümüz kadının kim olduğunu asla öğrenemedik. Ama o gün annem, kadının bıraktığı anahtarı eski bir kutuya koydu ve bir daha asla o kutuyu açmadı.
O günden sonra, mahalledeki o eve kimse bir daha taşınmadı.